Müjde Işıl – Varını yoğunu ortaya koyarak, 100 milyonluk bütçenin neredeyse yarısını kendi cebinden karşılayarak bir destan çekmek nasıl bir tutku? Söz konusu Kevin Costner ve western ise buna şaşırmamak lazım. Zira Costner demek western demek bir bakıma. 1990’da Akademi’nin Kızılderililerden özür dileyip Oscar’a boğduğu “Kurtlarla Dans”, onun ilk yönetmenliğiydi. Westernin neredeyse unutulduğu 2000’lerin başında “Open Range/Uzak Ülke” ile türe bağlılığını sürdürdü. Yaklaşık 20 yıl sonra işi daha da büyüterek dört filmden oluşan ve şimdilik iki bölümünü çektiği “Horizon: An American Saga”ya imza attı.
‘80’lerden beri Costner’ın rüya projesi olan yapım harikulade sinematografiye sahip. Kanyonlardan doğal yaşam alanına ve çatışma sahnelerine kadar filmin görselliği gerçekten çok güçlü. Yıllarca dekor kullanılarak kotarılmış western fonu, bu filmde tamamen gerçek ve kusursuz. Storyboardları bile tablo niyetine saklanır. 1859’da beyazların, Kızılderililere ait arazide ev kurma girişimiyle başlayan film genel olarak Amerikan İç Savaşı dönemine odaklanıyor. O süreci farklı hikâyeler ve kahramanlar üzerinden anlatıyor. Hepsini birleştiren ise Horizon adlı bir yerleşim yeri ilanı.
Beyazların vahşeti
Costner ilk defa, yönettiği bir filmin senaryosuna da imza attı. Açıkçası bu filmin pek lehine çalışmamış; en azından karakterleri tanıdığımız bu ilk bölümde. Her bir hikâye farklı bir filmmiş de kurguda birleştirilmiş gibi. Dört bölümlük olduğunu düşündüğümüzde hikâyelerin bir noktada kesişmesi heyecan yaratıyor. Ancak ilk filmde karakterleri tanıyacak bir alan açmıyor filmin senaryosu. Costner sanki karakterleri seyircinin de tanıdığını farz etmiş. Kullanılan klişeler ise koca bir western külliyatına saygı duruşu niteliğinde.
Filmin başında çoluk çocuk öldüren Kızılderililer görüyoruz. Katliamı yapanlar, alanlarını korumak isteyen bir avuç kötü olarak tanımlansalar da yıllarca Hollywood’un Kızılderilileri vahşi olarak tanıttıkları filmleri anımsatıyor bu sahneler. Sonrasında da beyazların vahşetine tanık oluyoruz. Film, barış mesajını ordudaki teğmenin ve Kızılderili şefin sağduyusuyla veriyor. Costner’ın canlandırdığı Hayes Ellison ise filmin tam 60. dakikasında perdede görünüyor. Bu karizmatik karakter belli ki ikinci filmde kilit bir yerde olacak. Sam Worthington’ın karakteri ise daha baskın.
Çok karakterli bu destanın bütününü ve hikâyelerin nerede kesiştiğini henüz bilmiyoruz. İlk film, telaşlı ve odaksız hikâye anlatımının dezavantajını yaşıyor. Dört bölüm yani yaklaşık 12 saatlik bir destana başlarken detaycı bir senaryo ile başyapıt çıkarabilirmiş Costner. Kim bilir, belki ikinci film öyle olur.