Amerikan üniversitesi Rutgers’inde odak noktası İsrail-Filistin çatışması olan insan hakları savunucusu ve akademisyen Noura Erakat, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nda yayımlanan makalesinde “Filistinlileri kusurlu kurbanlar olarak görmek, İsrail’in sömürgeci tahakkümünün affedilmesi ve suç ortaklığı anlamına gelmektedir.” saptaması yapıyor.
Hamas’ın saldırısı öncesi Filistin-İsrail ilişkilerine değinen Erakat, aşırıcı sağlı İsrail yönetiminin Filistin halkı üzerinde uyguladığı hak ihlallerini hatırlatıyor:
*Akdeniz kıyısında 580 km2’lik bir yerleşim bölgesi olan Gazze’deki 2 milyon Filistinli, 16 yıldır İsrail tarafından hem denizden hem de karadan kuşatılmış durumda. BM ve insani yardım kuruluşları ablukayı yasadışı olarak kınamış ve etkisini “felaket” olarak nitelendirmiştir. 2015 yılında bir BM Ajansı, İsrail’in neden olduğu hijyen eksikliği, temiz suya erişim ve gıda kıtlığı nedeniyle Gazze’nin 2020 yılına kadar yaşanmaz hale geleceğini öngörmüştü. Şimdi 2023 yılındayız. Bugün Gazze’de rapor edilen tüm hastalıkların dörtte birinden fazlası düşük su kalitesi ve erişiminden kaynaklanıyor. Nüfusun yüzde elli üçü yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve hayatta kalmak için gıda yardımına bağımlılık 2000 yılında yüzde ondan az iken 2017 yılında tahmini yüzde 70’e yükseldi. 2016 sonbaharı ile 2017 yazı arasında sağlık, su, sanitasyon ve katı atık toplama hizmetleri veren 186 tesis, kuşatma ve abluka nedeniyle yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle kapatıldı.
*İsrail’in tekrarlanan askeri saldırılarının yol açtığı ölüm ve yıkım bunlarla da sınırlı değil. İsrail, 2008 yılından bu yana, dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden birinde sıkışıp kalan ve insanların kaçabileceği insani bir koridoru reddeden, çoğunluğu mülteci olan bir nüfusa karşı dört büyük askeri saldırı başlattı. Bu saldırılar sırasında İsrail, evlerine düzenlediği füze saldırılarıyla birkaç nesil aileyi öldürdü. İsrail ayrıca sivillerin olduğu ve BM’nin belirgin mavi amblemini taşıyan BM hastanelerini ve okullarını da defalarca bombaladı. Defalarca belgelenmiş savaş suçlarına rağmen kimse hesap vermedi ve kuşatma daha da sıkılaştı.
*Daha da kötüsü, Filistinliler 2006 yılında Hamas’ı demokratik yollarla Filistin Yönetimi’nin başına seçtikleri için kendi acılarından sorumlu tutuldular. Bu mağdur suçlayıcı söylem, Hamas’ın 1987 yılına kadar kurulmadığı gerçeğini gizlemektedir. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria işgalinin başlamasından yirmi yıl sonra ve İsrail’in 1948’de kuruluşu sırasında Filistinlilerin kitlesel olarak sürülmesinden ve mülksüzleştirilmesinden yaklaşık 40 yıl sonra.
*2018 yılında her hafta, sürüldükleri vatanlarına geri dönme hakkı ve kuşatmanın sona erdirilmesi talebiyle Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne katılan ve İsrailli keskin nişancılar tarafından kuş gibi vurulan 40.000 Filistinli de yer almaktadır. İsrail’i izole etmeyi ve ölümcül tehdidini etkisiz hale getirmeyi amaçlayan boykot, elden çıkarma ve yaptırım kampanyalarına katılan binlerce Filistinli ve onların küresel müttefikleri de buna dahildir. Gazze’ye yönelik deniz ablukasını kırmaya çalışan sivil filoların yanı sıra ulusal mahkemeler, Uluslararası Adalet Divanı ve şimdi de Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen çok sayıda hukuki mücadeleyi de içermektedir. Bu çabalar Batılı hükümetler tarafından sadece marjinalize edilmekle kalmadı, aynı zamanda şeytanlaştırıldı ve karalandı.
* İsrail, sadece bu yıl yaklaşık 215 Filistinliyi öldürdü. Tarihteki en aşırı sağcı İsrail hükümeti, Huwara ve Turmus ‘Aya kasabalarında Filistinlilere karşı üç yerleşimci katliamına seyirci kalırken ve Cenin mülteci kampına karşı havadan ve karadan saldırı başlatırken, Batı medyası İsrail’in yargı krizine odaklandı. İnsan hakları örgütleri arasında İsrail’in bir apartheid rejimi olduğu konusundaki fikir birliğine rağmen, Başkan Biden, Filistinlilerin çektiği acıları ve İsrail hükümetinin açık ırkçılığını ve tehlikeli aşırıcılığını görmezden gelerek İsrail’in Arap rejimleriyle normalleşme yolundaki adımlarına destek oldu, sırtını sıvazladı.
Türkiye, İsrail’in Arap dünyasına kapılarını açtığı “normalleşme” sürecinin çok da uzağına düşmedi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun “hastalık” gerekçesi ile ertelediği Türkiye ziyareti bu çerçevede yorumlanabilir.
Birleşmiş Milletler (BM) 77. Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’ta bulunan Erdoğan, 20 Eylül 2022 tarihinde Türkevi’ndeki temasları kapsamında Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Ronald Lauder ile basına kapalı bir görüşme gerçekleştirmişti.
Aynı ziyarette Amerikan Yahudi Toplumu Çatı Kuruluşları temsilcileri ile de biraraya gelen Erdoğan’ı Rav Mendy Chitrik başkanlığında 2019 Aralık ayında kurulan “Türk Yahudi Toplumu ve İslam Ülkeleri Hahamlar Birliği” (ARIS) üyeleri de yalnız bırakmadı.
Erdoğan bu buluşmadan yaklaşık bir yıl önce özel uçakla Ankara’ya getirttiği ARIS üyelerini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kabul etmişti.
İsrail basınında geniş yer bulan bu karşılamanın Laik eğitimi kabul etmeyen ultra ortodoks Yahudi topluluğu Haredi gazetesinde “Bir Tarih yaşandı: Hahamlar Cumhurbaşkanı sarayında akşam duası okudular” başlığıyla yayımlanması şaşırtıcı değildi.
Kabule Türkiye Hahambaşı Rav Haleva ve Chitrik ile aralarında KKTC, Azerbaycan, İran, Özbekistan, Arnavutluk, Kazakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Uganda ve Rusya’nın da olduğu 35 İslam coğrafyasından hahambaşı ve hahamların katılmıştı.
New York’da, Londra’da ultra ortodoks Yahudi topluluklarının arasında olduğu İsrail protestocularının Gazze ile dayanışma gösterileri yaygınlaşıyor. Amerikalı Yahudiler de Washington’da Kongre Binası’nda oturma eylemi yaptılar, 300’ü ABD polisi tarafından gözaltına alındı.
Netanyahu’nun “ırkçı ve otokratik” uygulamalarına yasal zemin hazırlayan yeni anayasa paketi İsrail halkı tarafından da aylardır en geniş katılımlı sokak gösterilerine yol açıyordu.
Katar ve Azerbaycan’ın İsrail karşısındaki tutumuna özel olarak bakmakta yarar var. Katar ile İsrail arasında Oslo Anlaşmaları’nın ardından 1996’da kurulan ticari ilişkiler de 2009’da kesildi. Dahası Katar; İsrail ile BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan arasında ilişkilerin normalleşmesini sağlayan 2020 İbrahim Anlaşmaları’ndan uzak durdu.
Ancak İsrail ve Katar kaynaklarına göre, iki hükümet arasında geçtiğimiz günlerde elmas pazarıyla ilgili ticari bir anlaşma sağlanmıştı.
Katar ile de İsrail yönetimi arasında kurulan bu ticaret köprüsü, Gazze’de yaşanan kıyım sonrası ayakta kalabilecek mi?
Azerbaycan’a gelince…
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist Hüda Hüseyni’nin aktarımı ile Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün yakın tarihli bir raporuna göre, 2018-2022 döneminde İsrail’in en çok silah ihraç ettiği ülke Azerbaycan…
İsrail’in bu süredeki silah ihracatında Azerbaycan’ın payı yüzde 9.1’di. İlk sırada İsrail’in silah ihracatının yüzde 37’sini yaptığı Hindistan yer alıyor.
Aynı zamanda Azerbaycan, İsrail devletine enerji arzını artırdı ve Ukrayna savaşından sonra İsrail’in enerji talebinin yüzde 40’ını karşılar hale geldi.
İsrail’in “normalleşme” adımları; İslam ülkeleri ile kazan-kazan modeli üzerine oturuyor.
Filmi 77 yıl geriye sarmama neden olan İngiliz tarih anlatı yazarı Peter Hopkirk’in Haziran 2023 basımı Türkiye İş Bankası yayınlarından çıkan İngilizlerin Hindistan’dan sürülmesini konu alan “İstanbul’un Doğusunda-Bitmeyen Oyun” kitabına atıf yapacağım.
Alman İmparatoru II. Wilhelm (D:1859-Ö:1941) 1914 yazında İngiltere’nin Doğu’daki gücünü sonsuza kadar yok edecek bir cihat hazırlığı yaparken, Rusya’ya karşı gizli bir Türk-Alman İttifakı Anlaşması imzalayan Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa’nın, Kuzey Afrika’dan Hindistan’a uzanan “İslam İmparatorluğu” stratejisine sarılıyor.
Büyük Britanya (İngilizler), Fransa ve Rusya ittifakına karşı, Müslüman toplumları örgütleyen ajanların anlatılarına yer veren Hopkirk, İran’ın Buşehr kentinde Alman Konsolosu Wilhem Wassmuss’un İranlı gibi giyinip, Farsça konuştuğunu; İslam dinine geçtiğini yayarak aşiret reislerini yanına çektiğini anlatıyor.
Hopkirk’in kitabının “Alman Lawrence” bölümünde şu satırlar yer alıyor:
“Wassmuss İslamiyeti seçtiğini açıklarken, Alman İmparatoru’nun da (II. Wilhelm) Müslümanlığı kabul ettiğini ve bütün uyruklarına aynı şeyi yapmalarını emrettiğini söylüyordu. Hatta imparatorun gizlice Mekke’yi ziyaret ettiğini, yeşil sarık takma ve ‘Hacı’ Wilhelm Muhammed adını almaya hak kazandığını da yayıyordu.”
Nakşibendi Tarikatı’nın Hâkkânî kolunun kurucusu Şeyh Nazım Kıbrisi için Wassmuss’un 21’inci yüzyıl İngiliz modeli olarak gördüğümü söyleyebilirim.
2014 yılında doğum yeri Lefkoşe’de vefat eden Kıbrisi’den, Erenköy Camii’nde yaptığımız röportajda “Prens Charles Müslüman oldu” cümlesini duymuşluğum vardır.
Etnik ve dini ayrılıkları körüklemek emperyalistlerin en iyi bildiği yöntem.
Orta Doğu siyasetinden elini çekmeyen Amerika’nın uydu yönetimleri bölge halklarını kan gölüne sürüklüyor. Amerika’nın Afganistan, Irak ve Suriye’ye girmesiyle kendilerine yeşerecekleri münbit topraklar edinen El Kaide, IŞİD ve Taliban benzeri radikal bir İslami örgüt olan Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları da Filistin’de “Büyük Oyunu” sahneleniyor.
Çağımız “padişahları” işgal topraklarında artık vekalet savaşları yürütüyor; “din değiştirmelerine” gerek kalmıyor.